Ahmed Yesevi’nin Anadolu’daki Türkleri etkilediğini, onun tasavvufi geleneğinin ve şiirlerinin buraların Türkleşmesinde büyük katkısı olduğunu kabul ediyoruz. Eski Türk Edebiyatı derslerinde de böyle görüyoruz. Fakat bu konuda başka görüşlerin de olduğunu bir süredir takip etmekteyiz. Bu yüzden bu konudaki görüşleri toparlayarak bir yazı yazma gereği hissettik.
Kaynaklara göre Ahmed Yesevî, 12. asırda Orta Asya’da yaşamış, Pir-i Türkistan olarak anılan, bugün Divan-ı Hikmet adıyla bildiğimiz eserdeki hikmetlerin yazarı/söyleyicisi olduğuna inanılan büyük bir mutasavvıf ve tarikat kurucusudur. Bugünkü adıyla Türkistan şehrinde bulunan türbesi Batı Türkleri için manevi bir merkez olarak kabul edilir. Bizde de buraya ilgi duyanlar çoktur.
Bizde Ahmed Yesevî’yi ilmi metotlarla inceleyen ilk isim Fuad Köprülü’dür. Köprülü, 20. Asrın başlarında “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” isminde, çok önemli bir eser yayımlar. Devrinde büyük ilgi toplayan bu eserinde Ahmed Yesevî ve Yunus Emre’yi inceler. Yesevî ile Yunus arasında bağlantı kurar. Dolayısıyla Yesevî’nin Batı Türklerinin edebiyatı üzerinde önemli bir tesiri olduğunu söyler. (Gazeteci-yazar Murat Bardakçı, konu üzerine yazmış olduğu yazısında daha sonraki yıllarda Köprülü’nün “Yesevî’nin Batı Türkleri arasındaki etkisini abarttığını” itiraf ettiğini söylüyor fakat biz bu itirafın nerede geçtiğine dair bir bilgiye henüz ulaşamadık.*)
Burada önümüze iki tartışmalı mesele çıkıyor. Bunlardan ilki, Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet adlı bir eseri olduğudur. İkincisi ise onun Anadolu Türkleri üzerinde fikir ve edebiyat olarak ve dolayısıyla Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması üzerindeki etkisidir. Bunlar çok geniş araştırmalar ve uzmanlık gerektireceğinden biz sadece Divân-ı Hikmetle ilgili karşılaştığımız bazı noktaları aktarmakla yetineceğiz. Divan-ı Hikmet literatürde 12. yüzyıla ait, Karahanlı Türkçesi ile yazılmış bir eser olarak yer alır. Fakat Anadolu’yu, Yunus Emre’yi çokça etkilemiş bu Hikmetlerin toplandığı eser bugün elimizde mevcut değildir. Hemen belirtelim ki bu eseri Ahmed Yesevi’nin yazıp yazmadığı tartışmalı bir konudur. Edebiyatçılar arasında, hikmetlerin, onun müritleri tarafından yazıya geçirildiği görüşü hâkimdir. Biz yine Fuat Köprülü’nün bu konuda söylediklerine bakalım.
Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde, Divan-ı Hikmet’in eski bir nüshasını aradığını, fakat 18. Yüzyıldan önceki bir tarihe ait nüshasının elde bulunmadığını, böyle bir nüsha varsa da onu ortaya çıkarmaya en yakın kişilerin Rus şarkiyatçıları olduğunu söylüyor. Bu güne kadar da böyle bir nüsha ele geçmiş değildir.
Köprülü, Divan-ı Hikmet’in İstanbul baskısında, farklı mahlaslarla yazılmış şiirler bulunduğunu söyler*. Genel telakkiye göre bu mahlaslar aslında tek bir şaire yani Ahmed Yesevi’ye aittir. O hemen buna karşı çıktığını belirtiyor ve kuvvetli deliller getiriyor. Buradaki hikmetlerin hepsinin Ahmet Yesevi’ye ait olması mümkün değildir çünkü içerisinde 14. Yüzyılda yaşamış şair Nesimi’den bahsetmektedir ve Yesevi’nin, kendinden sonra yaşamış bir şairden bahsetmesi “keramet yoluyla bile” mümkün değildir. Bunun dışında kendi müritlerinden bahsetmesi ve hikmetler arasında “aruzun muhtelif bahirleriyle yazılmış” örnekler bulunmasının da o asır için mümkün olmaması diğer delillerdir. Yani bu hikmetlerin hepsinin değilse bile bir kısmının Yesevi’ye ait olamayacağı aşikardır.
Bu noktada oldukça şüpheli bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. “Acaba, Divan-ı Hikmet’i tamamiyle –Ahmed Yesevi’den başka- diğer bir şaire mal etmek ve isim benzerliğinden dolayı, onun daha sonra Ahmed Yesevî ile karıştırıldığına hükmeylemek doğru olamaz mı?” diye sorarak bu ihtimali göz önünde bulunduruyor Köprülü. Fakat daha sonra şunu belirtiyor: Ahmed Yesevî’nin halk edebiyatından alınma şekillerle Hikmetler yazdığını ve ondan sonra bu tarzda manzumeler yazmanın Yesevî dervişleri arasında adeta bir anane şeklini aldığını kesin surette biliyoruz.
Yani bugün elimizde bulunan hikmetlerin yazarı Ahmed Yesevî adlı tarikat kurucusu mutasavvıfa ait olmasa bile, onun hikmet yazdığından şüphe duymuyor Köprülü. Bu görüşünü şurada da açıkça belirtiyor: Bu gün elimizde bulunan hikmetler, velev Hoca Ahmed Yesevî’ye ait olmasa bile, şekil ve ruh bakımından onların Yesevî’ye ait olanlardan tamamıyla farksız olacağına hükmedebiliriz.
Köprülü’nün, bu hükmü bu kadar şüphesizce verebilmesine itiraz eden isimler vardır. Üstelik bu görüşler yeni ortaya atılmış da değil. Hikmetlerin Yesevî tarafından bizzat yazılmamış olup başka bir derviş tarafından yazıya geçirilmesi ile Yesevi’nin yaşadığı yüzyıldan çok sonraları yazılmış olması arasında bir fark var. Biz bu noktada bir itiraz geliştiren gazeteci-yazar Murat Bardakçı’dan başka bir isim daha tespit ettik ki o da Prof. Dr. Meserret Diriöz’dür.
Meserret Diriöz’ün Fuat Köprülü’nün ortaya koyduğu içtihada hangi boyutta ve hangi gerekçelerle itiraz ettiğine bir bakalım.
Meserret Diriöz, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Şiirleri Üzerine”** adlı yazısında hep bildiğimiz şeyin tam tersini söylüyordu. Yûnus Emre, Ahmed Yesevî’nin şiirlerinden etkilenmiş ve ona çok benzeyen şiirler yazmıştır diye biliyorduk. Fakat bu makalede söylenene göre aslında Yunus o şiirleri taklit etmemiş, o şiirleri yazan kişi Yunus’u taklit etmiştir. Bu kişi de Ahmed Yesevî’den çok sonra yaşamış bir Yesevî dervişidir.
Divan-ı Hikmet’ten:
Işkıng kıldı şeydâ mini
Cümle âlem bildi mini
Kaygum sinsin tün ü küni
Minge sen ok kireksin
Yunus Emre’den:
Işkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü güni
Bana seni gerek seniDivan-ı Hikmet’ten:
Hâlik’ımnı izlermin tün kün cihân içinde
Tört yanımdan yol indi kevnü mekân içinde
Yunus Emre’den:
İstediğimi buldum, aşkâre cân içinde
Taşra isteyen kendü, kendüni hân içinde
İşte yukarıya bu çok bilinen bu dörtlüklerin bir kısmını aldık. Divân-ı Hikmet’in daha önce yazılmış olması gerektiğinden, Yunus Emre’nin Ahmed Yesevî’den etkilenerek yazdığı şeklinde yorumlanmıştır. Fakat Meserret Diriöz, hikmetlerin 19. Yüzyıl gibi çok yeni bir tarihte yazılmış nüshalarının elimizde olduğunu hatırlatarak bunun tam tersi olmasının daha kuvvetli bir ihtimal olduğunu belirtiyor. Diriöz görüşünü güçlendirmek için özellikle 17. Yüzyıldan sonra Anadolu’nun İran, Azerbaycan ve Türkistan coğrafyaları için ilgi merkezi olduğunu ve Osmanlı şairlerinden birçok tercümelerin yapıldığını söylüyor.
Özetle belirtmek gerekirse, Meserret Diriöz’ün ifade etmeye çalıştığı gibi elde somut bir delil bulunmadan bu hikmetlerin “şekil ve ruh bakımından Ahmed Yesevî’ye ait olanlardan farksız olacağı” fikrine güvenmek ne derece doğrudur bilinmez. Şüphesiz bu görüşler yeni değildir. Biz de yeni bir şey keşfetmiş bulunmuyoruz. Bizi bu yazıyı yazmaya iten sebep, bu makalelerle karşılaşmasak bu meselenin hiç aklımıza gelmeyeceğidir. Bunları toparlayarak yeniden ortaya koymak istedik.
Meserret Diriöz’ün yazısından şu son bölümü de alarak bitirelim:
Hulâsa, elimizdeki Divân-ı Hikmet nüshalarında yer alan hikmetler, Ahmed Yesevî’ye âit değil
dir. Hâce Ahmed Yesevî’nin menakıbı ve fikirleri, halk arasında şifahî olarak söylenegelirken, son devirlerde, “Hikmetçi” adını verebileceğimiz bir kıssa-hân tarafından yazıya geçirilmiş veya belki de yeniden kaleme alınmıştır. Bu şiirler, ikinci Defteridir. Buradaki “defter” sözü, kitap, cilt ve kısım manasınadır. Demek ki bu şiirler, ya Divân-ı Hikmet’in ikinci kısmıdır. Yahut da, bu kıssa-hân, daha önce başka bir hikâye, başka bir menkıbe naklettiği ve onu, başka bir ciltte topladığı için, elimizdeki Divân-ı Hikmet’e de ikinci defter (ikinci kitap) demiştir. Bu şiirlerde, Yunus Emre’nin tesirlerine rastlanması ise, onları kaleme alan Orta Asyalı, bizce meçhul, hikmetçi şair ve râvînin, Yunus’un şiirlerini de yakından tanımış olduğunu gösterir.
*Divan-ı Hikmet’in 2016 Unesco Ahmed Yesevî Yılı için hazırlanmış baskısını inceledik ve bahsedilen ayrıntıları gördük.
**Hoca Ahmed Yesevî’nin Şiirleri Üzerine, Meserret Diriöz, Türk Edebiyatı, s.192, 1989